Çocukken, küçücük bir fidanın dev bir ağaca dönüşmesini izler gibi, bir taşın da heybetli bir kayaya evrilebileceğini hayal ettim. Masum bir inançla, toprağa ektiğim taşın her gün suyunu verdim, büyüyüp yeşermesini bekledim. Aradan haftalar geçmesine rağmen, taşın küçücük bedeni değişmedi. Annem, "Taşlar büyümez oğlum," dedi. O gün, taşların sadece sert ve soğuk olmadığını, aynı zamanda değişime de kapalı olduğunu anladım.
Yıllar sonra, bu anı tekrar düşündüğümde, taş kalpli ve taş kafalı insanlarla kurduğum ilişkileri de hatırladım. Onlar da tıpkı o taş gibi, değişime ve gelişime karşı dirençliydiler. Kalplerini sevgiye ve merhamete açmak yerine, inatçılık ve katılık zırhına bürünmüşlerdi.
Onlardan farklı olmak için, tıpkı doğa gibi yıkıcı ve kudretli olmayı seçtim. Kalbim volkanik patlamaların alevleriyle aydınlandı, ellerim yeryüzünün derinliklerinden fışkıran lavlarla kirlendi. Bu yıkıcı gücü, değişimin ve dönüşümün aracı olarak kullandım.
Tıpkı doğanın fırtınaların ardından yeniden yeşermesi gibi, ben de yıkımdan sonra yeniden inşa etmeyi öğrendim. Taş kalpli ve taş kafalı insanlara inat, sevgi ve merhamet tohumları ekmeye devam ettim. Belki de bir gün, o tohumlar filizlenir ve buz gibi kalpleri eritir.